
Sıradan bir günde, sıradan bir buluşma için bana hiç sıradan gelmeyen sevgime, sevgilime gitmek için acele adımlarla otobüs durağına ulaştım. İnsan her aşık olduğunda yaşadıklarının farklı olduğuna inanır da bittiğinde anlar aynılığını, 'öteki'lerle ortak yanlarını. İşin tuhafı, hatta kötüsü ben bir ilişkinin içindeyken de yaşardım bu düşünceleri. Karşımdaki büyük bir aşkla bana bakıp kendince dünyanın en ilginç konusu üzerine geliştirdiği dahiyane fikirleri anlatırken "off" derdim "çok inanıyor, ne çok güveniyor. Oysa..." İşte bu 'oysa'dan sonrası kolay gelmezdi. Nasıl gelsindi ki. Kendime itiraf etmeyi başarmam zaten herşeyin bitmesi demekti ve kendi kendime cümleyi tamamlayabildikten sonra buhranlı günler başlardı. Bahane aramalar, sorun çıkarmalar... Bu ilk faz atlatıldıktan sonra birbirimize uygun insanlar olmadığımızı, bizim için bir gelecek göremediğimi açıklamaya çalışırdım. Son evre nispeten kolaydı, çünkü ayrılık bir kere gündeme gelebildi mi üzerinde acımasızca konuşabilirdim. Bazen korkardım aslında sıradan olmayan bir aşkı ayırt edemezsem, ona sırtımı dönüverirsem diye. Belki de bu yüzden o insanlara şans verdim. Şimdi ise sıradışılığın korkusunu yaşıyorum. Her gün herşeye bir sıradanlık atfetmeye çalışıyorum ama gizliden gizliye yaşadığım sıradışılığın farkedilebilirliğini biliyorum artık.
Otobüsüm beklediğimden çabuk geldi. Oysa ben kendimi kandırma oyunuma başlamıştım: Beklediğim otobüsün henüz geçtiğine emindim. kaçırmıştım işte onu! Şimdi çok bekleyecektim ve buna kendimi hazırlamam gerekiyordu. Hatta yeni otobüs geldiğinde, duraktaki herkes sırayla binecekti, sadece ben geride kalacak ve beklemeye devam edecektim. Zaten benim beklediğim otobüs seyrek geçerdi ve zaten birini kaçırnıştım. Evet evet, çook sabırlı olmam gerekti.
Otobüsün çabuk gelmesi, içimdeki o büyük şehirlere belki sadece -evet eminim sadece- İstanbul'a özgü telaşı huzura çevirirken içinde pek az insan olması keyfimi iyice yerine getirdi. Önceden hazırladığım biletimi kutuya atıp, önden ikinci sıradaki boş koltuklardan sağdakine geçip, cam kenarına kuruldum. Uzun bir yolum vardı. Herşeyi düşünebilir, içimden şarkılar söyleyebilir, sokakta koşuşturan insanları seyredebilirdim. Kitap okuyabilirdim. En önemlisi yanım boşu ve ben kimsenin orası burası bana değdi diye bir sinir harbi yaşamak zorunda kalmayacaktım.
Otobüslere yalnız binmek çok zor gelir bana. Kimsenin en küçük bir temasına dahi tahammül edemezken, hele de kalabalık araçlarda koridor kenarında oturmak...Erkekler bilirler genelde rahatsılık vereceklerini ve çoğu küçük ters bir hareket ya da bakışla dokunmamaları gerektiğini anlarlar. Ama kadınlar, o kadınlar asla böyle bir şey düşünemezler. Dürtsen de baksan da anlamazlar. İğrenç sıcak vücutlarından bir parçayı omzuna dayarlar ve sanki erkek olmamaları onlara bir hak verirmişçesine kollarıyla, bacaklarıyla tüm hücrelerime tecavüz ederler. Onlar kadındır ya, başka bir kadın onlardan rahatsız olamaz zannederler. Oysa ben tiksinirim.
Trafik fazla sıkışık değildi. İlk gençlik yıllarımın geçtiği mahalleye doğru ilerliyorduk. O yıllarda ben yatılı bir lise öğrencisiydim. Cuma günleri ders bitiminden sonra çoğunlukla törenden kaçmanın bir yolunu bulur, insanların her biri başka bir tonda marş söylerken, ben ve bir kaç kişi bir an önce okulu terk edebilmek için, yatakhanede gizlice hazırlanmaya koyulurduk. Sonra işte koşar adım şu anda yaklaştığımız durağa gelir ve şu anda içinde bulunduğum otobüsü beklerdim. Elbette o zamanlar otobüsün içinden, kendime bakınmak aklımın ucundan bile geçmezdi.
Otobüsüm beklediğimden çabuk geldi. Oysa ben kendimi kandırma oyunuma başlamıştım: Beklediğim otobüsün henüz geçtiğine emindim. kaçırmıştım işte onu! Şimdi çok bekleyecektim ve buna kendimi hazırlamam gerekiyordu. Hatta yeni otobüs geldiğinde, duraktaki herkes sırayla binecekti, sadece ben geride kalacak ve beklemeye devam edecektim. Zaten benim beklediğim otobüs seyrek geçerdi ve zaten birini kaçırnıştım. Evet evet, çook sabırlı olmam gerekti.
Otobüsün çabuk gelmesi, içimdeki o büyük şehirlere belki sadece -evet eminim sadece- İstanbul'a özgü telaşı huzura çevirirken içinde pek az insan olması keyfimi iyice yerine getirdi. Önceden hazırladığım biletimi kutuya atıp, önden ikinci sıradaki boş koltuklardan sağdakine geçip, cam kenarına kuruldum. Uzun bir yolum vardı. Herşeyi düşünebilir, içimden şarkılar söyleyebilir, sokakta koşuşturan insanları seyredebilirdim. Kitap okuyabilirdim. En önemlisi yanım boşu ve ben kimsenin orası burası bana değdi diye bir sinir harbi yaşamak zorunda kalmayacaktım.
Otobüslere yalnız binmek çok zor gelir bana. Kimsenin en küçük bir temasına dahi tahammül edemezken, hele de kalabalık araçlarda koridor kenarında oturmak...Erkekler bilirler genelde rahatsılık vereceklerini ve çoğu küçük ters bir hareket ya da bakışla dokunmamaları gerektiğini anlarlar. Ama kadınlar, o kadınlar asla böyle bir şey düşünemezler. Dürtsen de baksan da anlamazlar. İğrenç sıcak vücutlarından bir parçayı omzuna dayarlar ve sanki erkek olmamaları onlara bir hak verirmişçesine kollarıyla, bacaklarıyla tüm hücrelerime tecavüz ederler. Onlar kadındır ya, başka bir kadın onlardan rahatsız olamaz zannederler. Oysa ben tiksinirim.
Trafik fazla sıkışık değildi. İlk gençlik yıllarımın geçtiği mahalleye doğru ilerliyorduk. O yıllarda ben yatılı bir lise öğrencisiydim. Cuma günleri ders bitiminden sonra çoğunlukla törenden kaçmanın bir yolunu bulur, insanların her biri başka bir tonda marş söylerken, ben ve bir kaç kişi bir an önce okulu terk edebilmek için, yatakhanede gizlice hazırlanmaya koyulurduk. Sonra işte koşar adım şu anda yaklaştığımız durağa gelir ve şu anda içinde bulunduğum otobüsü beklerdim. Elbette o zamanlar otobüsün içinden, kendime bakınmak aklımın ucundan bile geçmezdi.
-Devam edecek...
*Resim: - "Bus Stop" by Linda Apple
3 yorum:
merak ve heyecanla bekliyorum...
ayşe sen misin bu?
ve ne güzel şiir o öyle...
Evet benim, teşekkür ederim :)
Yorum Gönder