Bir Hikayenin Öyküsü - 3


Hiç beklenmedik bir şekilde bitti bu hikaye. Ben tam bu kaosun ortasında ne yapacağımı düşünürken, kader ağlarını çoktan örmüş.

Aslında hikayem eve döndüğümde sonlandı. Okumayı planladığım kitaplardan ilk sırada olanı elime aldım. Büyük usta Borges'indi. O yaşıma kadar hiç Borges okumamış olmanın gizli utancı ile başladım ilk hikayeye.

Konuşmaya cesaret edebilecek miydim kendimle? Kafamın bir kenarında bu sorunun cevabını arıyordum heyecan içinde.

İşte ben tam bu durumda iken, Kum Kitabı'nın ilk hikayesinde Borges, iki ayrı çağda, iki ayrı yerde ama aynı bankta yanyana buluverdiği kendisi ile sohbete girişmişti. Hem de ben henüz iki yaşında iken... Bu talihsiz benzerlik benim hikayemin de sonu oldu. "Yaşayan hiç bir kimse yok ki uyandığında kendini kendisiyle birlikte bulmasın." Bir ihtimal ben o yaşımın heyecanı ile bu cümleyi dikkate almadım. Bir diğer ihtimal ise üzerimdeki edebi travmanın nedeninin bu cümlenin benim için, konuların benzerliğinden çok daha ağır bir darbe olmuş olması. Sonuç olarak, yarım kalan bu hikayeden sonraki on beş yıl boyunca elime kalem alamadım.

Ta ki...
Son

Resim: "Literature" by J. K.

Bir Hikayenin Öyküsü - 2


Lise yıllarımdan beri, ne zaman buradan geçsem, aceleyle ama dikkatlice incelerdim bu duraktaki insanları. Otobüsün durakta geçirdiği bir kaç saniye ve bir kaç dakika arasındaki sürelerde o yüzü, o tanıdık mimikleri arardım. Hüsranla oradan uzaklaşırken "Törenden kaytaramamışım" derdim kendi kendime. "Demek hala okuldayım, kimbilir belki bir hocayla dalaşıyordum yine. Ama kaçırdım işte otobüsü, niye oyalanıyorum bu kadar? Bir-iki parça eşya al çık işte!"

Durağa geldiğimizde yine umutsuzca başımı çevirdim. Ve... yıllardır aradığım kişiyi, bu sefer karşımda gördüğümden emin oldum. Midem garip bir acıyla kasıldı. Oradaydım!

Önceki durumlarda hep canım sıkılırdı ama başıma gelen bugünkü durumda ne yapacağımı hiç düşünmemişim. Oradaydım. Otobüsü görünce ne kadar belli etmemeye çalışsam da bir pırıltı yayıldı yüzümde. Ama daha binerken söneceğini biliyordum, çünkü uzun bir yol vardı önümde. İki adet bilet hazırdı elimde ve pasomu da göstererek biletleri şoförün yanındaki kutuya attım.

Ben biletini atıp hızla yolculara doğru kafasını çevirdi, ben ise, refleksle sanırım, kafamı cam tarafına çevirdim. Gözleriyle otobüsteki tüm oturulabilecek yerleri taradı. Ona baktım. Ya beni tanırsa? Aslında bunun aklının ucundan bile geçmeyeceğini biliyordum ama yine de yanaklarım yanıyor, kulaklarım uğulduyordu. Gözlerimi ondan alamıyordum. Gözlerindeki pırıltı sönmemişti. Ne de olsa iki gün okuldan uzak kalacak diye düşündüm. Ne kadar da kendine güveniyordu. Biraz sakinleşmiştim. Erkekleri ve şişman kadınları görünümlerine veya oturuş şekillerine göre elemişti. İki adım sonra yanımdaydı ve bir an bile tereddüt etmeden yanımdaki koltuğa oturdu.

Bir heyecan dalgası geçti üzerimden, hemen sonrasında sakinleştim. İşte burada yanımdaydım. Zaten yıllardır bunu beklemiyor muydum? Üstelik durumu anlamasına olanak yoktu. Rahattı, yolu uzun da olsa başlamıştı işte. Bakışları cama doğru dönmüştü ama benim bana baktığını düşünüp rahatsız olmamam için kafasını fazla çevirmemişti. Sabit bir noktaya bakıyordu. Bense o noktadan çoktan akmaya başlamış olan insanları, binaları, olayları görüp görmediğinden o kadar emin değildim. Doğal olarak aynı taktikle ben de onu izliyordum. Arada belli belirsiz dudağının ucu kıvrılıyor ve bakışlarındaki baktığı yerde gerçekten bir şeyler görmeye başladığını anlamama yeten değişiklik ve gözbebeklerindeki titremenin ardından yüzü tekrar ifadesiz bir hal alıyordu. Herhangi bir konuşma hatta gülümseme beklemiyordum. Zaten şehirlerarası yolculuklarda bile yanımdakiyle tek kelime bile etmekten hoşlanmam, "iyi yolculuklar" hariç. Bunu söylemek ise tam bir takıntıdır benim için. Yolculuğun başında ise bu cümleyi söyleyebilmek için kıvranır ama söyledikten sonra da yanımdakiyle tüm ilişkimi sona erdirebilmek için uygun zamanı ve yüz ifadesini kollarım. Böyle kısa bir yolculukta doğal olarak kendimden böyle bir şey beklemiyordum. Bunun için yaşım da hala pek küçüktü. Belediye otobüslerinde sadece yaşlı insanlarla gevezelik etmekten gerçekten hoşlanırım, asla benim yaşımda biri ile değil. Yaşlı insanların gençlere hikayeler anlatarak veya öğütler vererek kendi geçmişlerine anlamlar yüklemeleri, yaşam tecrübelerinin aslında hiç de az ve boş olmadığını gururla göstermeleri keyiflendirir beni. Ben de yüreklendiririm onları. Her hayat değerlidir, hepsinin hikayeleri tek tek incelenmelidir aslında. Özellikle lisedeyken karşılaştığım bir amca vardı. Tatil günlerinde sevdiğiyle Zincirlikuyu'daki dut bahçelerine gidip bülbülleri dinlediklerini anlatmıştı. Telefonunu vermişti onu aramam için. Adını söylememişti. Müzisyendi. Belki de ünlü biriydi. Aslında adını vermemesinin tek nedeninin ünlü olması olduğunu düşünmüştüm. O yıllarda en büyük hayalim ses eğitimi almaktı ve beni şimdi adını unuttuğum bir hanıma dinletmek istemişti. Aylarca onu aramak istedim. Telefonun yazılı olduğu kağıda bakıp bakıp yerine koydum. Arayamadım. Ne söyleyebilirdim?
"Orada bir bey var var, adını bilmiyorum ama otobüste ahbap olduk, bana bu numarayı vermişti."
"Evet?"
"...?"
En azından sohbetinden çok büyük zevk aldığım söylemek isterdim. Yanımdakine baktım. Onunla karşılaştı mı acaba? Hafızamı zorlamaya başladım. Beynimin bir köşesinde böyle bir kare arıyordum, küçük bir ipucu. Yanımda böyle biri? Hayır. Yanımda ben! Kaçıncı sınıfta acaba?

Onunla konuşmak için dayanılmaz bir istek kabardı içimde.

Devam edecek...

* Resim: "Me and Myself in You" by Dream

Bir Hikayenin Öyküsü - 1


Sıradan bir günde, sıradan bir buluşma için bana hiç sıradan gelmeyen sevgime, sevgilime gitmek için acele adımlarla otobüs durağına ulaştım. İnsan her aşık olduğunda yaşadıklarının farklı olduğuna inanır da bittiğinde anlar aynılığını, 'öteki'lerle ortak yanlarını. İşin tuhafı, hatta kötüsü ben bir ilişkinin içindeyken de yaşardım bu düşünceleri. Karşımdaki büyük bir aşkla bana bakıp kendince dünyanın en ilginç konusu üzerine geliştirdiği dahiyane fikirleri anlatırken "off" derdim "çok inanıyor, ne çok güveniyor. Oysa..." İşte bu 'oysa'dan sonrası kolay gelmezdi. Nasıl gelsindi ki. Kendime itiraf etmeyi başarmam zaten herşeyin bitmesi demekti ve kendi kendime cümleyi tamamlayabildikten sonra buhranlı günler başlardı. Bahane aramalar, sorun çıkarmalar... Bu ilk faz atlatıldıktan sonra birbirimize uygun insanlar olmadığımızı, bizim için bir gelecek göremediğimi açıklamaya çalışırdım. Son evre nispeten kolaydı, çünkü ayrılık bir kere gündeme gelebildi mi üzerinde acımasızca konuşabilirdim. Bazen korkardım aslında sıradan olmayan bir aşkı ayırt edemezsem, ona sırtımı dönüverirsem diye. Belki de bu yüzden o insanlara şans verdim. Şimdi ise sıradışılığın korkusunu yaşıyorum. Her gün herşeye bir sıradanlık atfetmeye çalışıyorum ama gizliden gizliye yaşadığım sıradışılığın farkedilebilirliğini biliyorum artık.

Otobüsüm beklediğimden çabuk geldi. Oysa ben kendimi kandırma oyunuma başlamıştım: Beklediğim otobüsün henüz geçtiğine emindim. kaçırmıştım işte onu! Şimdi çok bekleyecektim ve buna kendimi hazırlamam gerekiyordu. Hatta yeni otobüs geldiğinde, duraktaki herkes sırayla binecekti, sadece ben geride kalacak ve beklemeye devam edecektim. Zaten benim beklediğim otobüs seyrek geçerdi ve zaten birini kaçırnıştım. Evet evet, çook sabırlı olmam gerekti.

Otobüsün çabuk gelmesi, içimdeki o büyük şehirlere belki sadece -evet eminim sadece- İstanbul'a özgü telaşı huzura çevirirken içinde pek az insan olması keyfimi iyice yerine getirdi. Önceden hazırladığım biletimi kutuya atıp, önden ikinci sıradaki boş koltuklardan sağdakine geçip, cam kenarına kuruldum. Uzun bir yolum vardı. Herşeyi düşünebilir, içimden şarkılar söyleyebilir, sokakta koşuşturan insanları seyredebilirdim. Kitap okuyabilirdim. En önemlisi yanım boşu ve ben kimsenin orası burası bana değdi diye bir sinir harbi yaşamak zorunda kalmayacaktım.

Otobüslere yalnız binmek çok zor gelir bana. Kimsenin en küçük bir temasına dahi tahammül edemezken, hele de kalabalık araçlarda koridor kenarında oturmak...Erkekler bilirler genelde rahatsılık vereceklerini ve çoğu küçük ters bir hareket ya da bakışla dokunmamaları gerektiğini anlarlar. Ama kadınlar, o kadınlar asla böyle bir şey düşünemezler. Dürtsen de baksan da anlamazlar. İğrenç sıcak vücutlarından bir parçayı omzuna dayarlar ve sanki erkek olmamaları onlara bir hak verirmişçesine kollarıyla, bacaklarıyla tüm hücrelerime tecavüz ederler. Onlar kadındır ya, başka bir kadın onlardan rahatsız olamaz zannederler. Oysa ben tiksinirim.

Trafik fazla sıkışık değildi. İlk gençlik yıllarımın geçtiği mahalleye doğru ilerliyorduk. O yıllarda ben yatılı bir lise öğrencisiydim. Cuma günleri ders bitiminden sonra çoğunlukla törenden kaçmanın bir yolunu bulur, insanların her biri başka bir tonda marş söylerken, ben ve bir kaç kişi bir an önce okulu terk edebilmek için, yatakhanede gizlice hazırlanmaya koyulurduk. Sonra işte koşar adım şu anda yaklaştığımız durağa gelir ve şu anda içinde bulunduğum otobüsü beklerdim. Elbette o zamanlar otobüsün içinden, kendime bakınmak aklımın ucundan bile geçmezdi.

-Devam edecek...

*Resim: - "Bus Stop" by Linda Apple