Büyümek


Bir gecede büyüdüm ben
Yanında oturup seni izlerken
Aldığı her nefeste
Geçmişe gittim.
 
Kendimi gördüm senin rüyalarında
Aynalarda baktım gözlerine
 
Büyümezdim sen olsaydın yanımda
Böyle olsun istemezdim.

Bugünden kalan


Bugüne dair bir not almak istedim.
Hiç bir izi kalmamış, kaybolup giden günlerden olmasın diye.

Ders

Her şeyi senden öğreniyordum,
Şimdi,
Sensizliği öğretiyorsun bana
Yine kızacaksın biliyorum
Bu ders çok uzun sürecek.
Aklım almıyor...

Terminal


-          Hasta terminal dönemde…
Ama ben buradayım.  Her gün buradaydım, gördün. Şimdi her şey çok normalmiş gibi, gelen o doktora, nasıl 'hasta terminal dönemde' dersin doktor? Sırtın dönük gibi ama az önce benimle konuşuyordun. Yanında olduğumu biliyorsun.
Yani sen şimdi bana her şey boş diyorsun. Ben tabii ki tanıdığım her doktora tek tek sorarım bir umut yakalamak için, bilmiyormuş gibi, ilk defa duymuş gibi. Çünkü sen bunu söylediğin anda, tüm anlamı uçup gitti beynimden. Çünkü öyle demek olamaz. Çünkü şimdi sen bana dünyada bu kadar sevdiğin adam gidecek, başka yolu yok diyorsun.  Çocukken özleyip gözyaşı döktüğün, ayna karşısında onun hareketlerini çalıştığın, kendini beğendirmek istediğin kişi yok olacak diyorsun. İnandığımız, öğrendiğimiz ne varsa bir kenara bıraktık biz, bir voodoo ayinleri yapmadığımız kaldı ama sen yakında onsuz kalacaksın, başkaca yolu yok diyorsun.
Ben her şeyi ona sorarım, her şeyi o bilir, ona danışmadan, olurunu almadan bir şey yapamam.
O beni nasıl sever bilir misin sen, nasıl sarılır?
Öyle güzel gülümser ki o. Her yer aydınlanır, herkes neşelenir.
Çocukluk resimlerimize bir baksan görürsün, iki su damlası kadar benziyoruz birbirimize. Biz aynı karından çıktık. Aynı kahveyi tarif ediyormuşuz birbirimizden habersiz. Aynı dumanı seviyormuşuz. Ama sen şimdi o hayatından çıkacak ve sen bir bok yapamayacaksın diyorsun.
Nasıl olacak peki?
Çok mu zekisin sen? Ben anlamadım mı bugüne kadar sanki? Ben düşünemedim mi?
Düşünemedim doktor. O kadar zor ki bunu düşünmek. Gücüm yetmedi. Düşünmemek daha kolaydı. Düşünmeye başladıkça yok oldum, vazgeçtim, yok olmaya hakkım yoktu.
Bizim annemiz, babamız var biliyor musun? Ayakta duruyorlar onlar. Ya şimdi burada, yanımızda olsalardı? Ya sana ne demek bu diye sorsalardı? Sen cevaplardın da onlar ayakta kalabilir miydi?  O, onların ilk göz ağrısı biliyor musun? Bu dünyaya yaptıkları belki de en büyük katkı. En büyük gururları…
Benim öbür kardeşim de biliyordu böyle olduğunu, o da doktor… Ama bir kere yüzümüze çarpmadı bunu böyle, bizden daha fazla bilmesine rağmen… Gizlice ağladı, nelere göğüs gerdi ama bir kere söylemedi senin gibi her şeyin boş olduğunu. Hep mucize umdu o da, olmayacağını bile bile.
Bana bir şey olsa çocuğumu onun büyüteceğini düşünürdüm ben. Şimdi onun çocuklarına ne derim? Nasıl diye sorduklarında ne derim?
Ben küçüğüm doktor. Ben onlara güvenip büyümedim belki de. Ama sen şimdi beni büyümeden öldürdün.
** Resim: "SS. Cosmas and Damian Healing the Sick", by Francesco di Stefano Pesellino, 15. yy.

Acizane

Dünya gibi, insanlar gibi, gökyüzü gibi,
Mutluluklar gibi, aşklar gibi, yeşil gibi,
Nesiller gibi tükeniyoruz yavaş yavaş.
Ben umut etmenin, inanmanın
Bu kadar büyük bir güç olduğunu bilmiyordum.
Yanlış kimde, doğru nerede?
Hergün değişiyor yeri.
Beklemek
İnsanın yaşadığı en büyük kandırmaca.
Affet aşkım,
Zamanın geçmesini dileyemiyorum artık kaygısızca.

* Resim: "Soft Watch at the Moment of First Explosion", by Salvador Dali,1954

Beyaz Yakalı Yabancılaşma

Elime kağıt kalem alıp yazmayalı ne kadar çok zaman oldu. Eskiden neden yazardım, yazmayı neden severdim, hiç bir fikrim yok şu anda. Ama herhalde her yazının ortak noktası yazarının yalnız olması. Ben de şu anda Beşiktaş'ta, iskeleye yakın bir büfede yalnız oturmak ve otuz dakikadan fazla süre geçirmek zorundayım. Yıllardır hayal ettiğim bir durum aslında.
Ümraniye'de bir binanın zemin katında kısılı kalmış dakikaları sayarken hep Beşiktaş'ta olmayı düşledim. Yıllarca...Önce o binanın dışında olmayı, sonra Beşiktaş’ta olmayı, sonra Beşiktaş’ta deniz kenarında çay içiyor olmayı. Hayat, şanslı bir azınlık dışında, hiç tanımadığın insanlar arasında bir binada tıkılı kalmayı zorunlu kılıyor. Eğer eğitim hayatında yeteri kadar acı çekmiş ve ayrıcalık kazanmışsan, en fazla bir binadan çıkıp diğerinde hapsolmayı seçme özgürlüğünü elde ediyorsun.
Onlarca insanla beraber hapsolmayı… Hepsi bilgisayarlarının başında önemli işler yapan ama hiç biri nihai amaçlarının farkında olmayan onlarca insan. Kendilerini çok önemli hissediyorlar ama çarkın hangi dişlisi olduklarının bile farkında değiller. Dün kendilerine gösterilen yol, yarınkinin tam tersi olabilir ama ne önemi var. Onlar yolun sonunu gören birkaç kişiden değiller. Yolun sonunu görenlerin bile pek azı o yola neden girildiğini biliyor.
İşte böyle, tanımadığın, başka şartlarda belki de selam bile vermek istemeyeceğin insanlarla, hayatta en çok kıymet verdiklerinden fazla vakit geçiriyorsun. Zaman içinde o insanlarla konuşacak daha fazla konu oluyor. Bir an geliyor, asla paylaşmayacağını düşündüğün özel konuları konuşur oluyorsunuz. Ve bunların hepsi o kadar doğal bir halde gelişiyor ki ne sen şaşırmayı akıl edebiliyorsun, ne de zaten başka bir alternatifin oluyor. Senin kaderin oluveriyor her şey. Gülümsemelerini, sabrını cömertçe harcıyorsun onların yanında. Enerjin o binada tükeniveriyor. Onların hatalarını, pisliklerini, kabalıklarını kahramanca göğüsleyip, bir de üzerine "yabancılara" karşı onlarla birleşip “ortak bir ruh" taşır hale geliyorsun. Enerjin tükeniyor. Sonra sen tükeniyorsun.
Akşam en sevdiklerinin yanına geldiğinde, tüm bunları aşmış bir kahraman olarak karşılanmamak tabii ki doğal gündelik hayat hapishanesinde. Çünkü herkes kendi esaretinden kaçıp gelmiş. Üstelik tüketilen enerji, sabır, anlayış, güç… Aslında bunları en çok hak edenler karşısında artık yoklar. Kendine dönüş başka bir biçim alıyor ve iyice kendin olmaktan çıkıyorsun. Yapmak istediklerini güzelce paketleyip kaldırmışsın ama paylaşmak istediklerin de bir yerlere kaçışıyor ve gizleniyorlar. Bütün gün tüketilen her şey bir vicdan azabı olup beynini kemiriyor. İçinde bütün gün gizlediğin sevgi, mutlu olma isteği bu kemirgenlere rastlıyor, kurban gidiyor. Bir kısmına sarılıp korumaya çalışıyorsun. Yarın mutlaka! Ertelemelerle yatıştırmaya çalışıyorsun vahşeti. Bütün gün yaşadığın özlem gözlerine vurmuş ama hiçbir şeyle baş edecek gücün kalmamış ki. İşte orada sen de isyan ediyorsun. Ben böyle ister miyim? Haykırmaya başlıyorsun: "Ben böyle biri değilim ki!” “O kadar çok seviyorum ki”. Ağzından dökülebilen sadece: “İyi geceler aşkım”.
-Bir çay alabilir miyim?


*Çekmece dergisinde yayınlanan bu yazı 2005 yılından

Tad

Bir çocuğun,

"Seni çok seviyorum" demesinin tadı başka.

Ama kağıdı kalemlerini önüne alıp,
Bir kalp çizip kıpkırmızı boyadığında,
Bir ağaç yapıp içini yemyeşil taşırmadan boyadıktan sonra
Yanına bir de çiçek yaptığında,
Üzerine bir kelebek çizip
Hele de kelebeğin kanatlarındaki noktaları
Başka başka renklere boyadığında,
Tepede güneş gözlüğü ile gülen bir güneş
Canlı canlı,
Sonra heyecanla koşup "bunu senin için yaptım" dediğinde...

Bambaşka.