Acizane

Dünya gibi, insanlar gibi, gökyüzü gibi,
Mutluluklar gibi, aşklar gibi, yeşil gibi,
Nesiller gibi tükeniyoruz yavaş yavaş.
Ben umut etmenin, inanmanın
Bu kadar büyük bir güç olduğunu bilmiyordum.
Yanlış kimde, doğru nerede?
Hergün değişiyor yeri.
Beklemek
İnsanın yaşadığı en büyük kandırmaca.
Affet aşkım,
Zamanın geçmesini dileyemiyorum artık kaygısızca.

* Resim: "Soft Watch at the Moment of First Explosion", by Salvador Dali,1954

Beyaz Yakalı Yabancılaşma

Elime kağıt kalem alıp yazmayalı ne kadar çok zaman oldu. Eskiden neden yazardım, yazmayı neden severdim, hiç bir fikrim yok şu anda. Ama herhalde her yazının ortak noktası yazarının yalnız olması. Ben de şu anda Beşiktaş'ta, iskeleye yakın bir büfede yalnız oturmak ve otuz dakikadan fazla süre geçirmek zorundayım. Yıllardır hayal ettiğim bir durum aslında.
Ümraniye'de bir binanın zemin katında kısılı kalmış dakikaları sayarken hep Beşiktaş'ta olmayı düşledim. Yıllarca...Önce o binanın dışında olmayı, sonra Beşiktaş’ta olmayı, sonra Beşiktaş’ta deniz kenarında çay içiyor olmayı. Hayat, şanslı bir azınlık dışında, hiç tanımadığın insanlar arasında bir binada tıkılı kalmayı zorunlu kılıyor. Eğer eğitim hayatında yeteri kadar acı çekmiş ve ayrıcalık kazanmışsan, en fazla bir binadan çıkıp diğerinde hapsolmayı seçme özgürlüğünü elde ediyorsun.
Onlarca insanla beraber hapsolmayı… Hepsi bilgisayarlarının başında önemli işler yapan ama hiç biri nihai amaçlarının farkında olmayan onlarca insan. Kendilerini çok önemli hissediyorlar ama çarkın hangi dişlisi olduklarının bile farkında değiller. Dün kendilerine gösterilen yol, yarınkinin tam tersi olabilir ama ne önemi var. Onlar yolun sonunu gören birkaç kişiden değiller. Yolun sonunu görenlerin bile pek azı o yola neden girildiğini biliyor.
İşte böyle, tanımadığın, başka şartlarda belki de selam bile vermek istemeyeceğin insanlarla, hayatta en çok kıymet verdiklerinden fazla vakit geçiriyorsun. Zaman içinde o insanlarla konuşacak daha fazla konu oluyor. Bir an geliyor, asla paylaşmayacağını düşündüğün özel konuları konuşur oluyorsunuz. Ve bunların hepsi o kadar doğal bir halde gelişiyor ki ne sen şaşırmayı akıl edebiliyorsun, ne de zaten başka bir alternatifin oluyor. Senin kaderin oluveriyor her şey. Gülümsemelerini, sabrını cömertçe harcıyorsun onların yanında. Enerjin o binada tükeniveriyor. Onların hatalarını, pisliklerini, kabalıklarını kahramanca göğüsleyip, bir de üzerine "yabancılara" karşı onlarla birleşip “ortak bir ruh" taşır hale geliyorsun. Enerjin tükeniyor. Sonra sen tükeniyorsun.
Akşam en sevdiklerinin yanına geldiğinde, tüm bunları aşmış bir kahraman olarak karşılanmamak tabii ki doğal gündelik hayat hapishanesinde. Çünkü herkes kendi esaretinden kaçıp gelmiş. Üstelik tüketilen enerji, sabır, anlayış, güç… Aslında bunları en çok hak edenler karşısında artık yoklar. Kendine dönüş başka bir biçim alıyor ve iyice kendin olmaktan çıkıyorsun. Yapmak istediklerini güzelce paketleyip kaldırmışsın ama paylaşmak istediklerin de bir yerlere kaçışıyor ve gizleniyorlar. Bütün gün tüketilen her şey bir vicdan azabı olup beynini kemiriyor. İçinde bütün gün gizlediğin sevgi, mutlu olma isteği bu kemirgenlere rastlıyor, kurban gidiyor. Bir kısmına sarılıp korumaya çalışıyorsun. Yarın mutlaka! Ertelemelerle yatıştırmaya çalışıyorsun vahşeti. Bütün gün yaşadığın özlem gözlerine vurmuş ama hiçbir şeyle baş edecek gücün kalmamış ki. İşte orada sen de isyan ediyorsun. Ben böyle ister miyim? Haykırmaya başlıyorsun: "Ben böyle biri değilim ki!” “O kadar çok seviyorum ki”. Ağzından dökülebilen sadece: “İyi geceler aşkım”.
-Bir çay alabilir miyim?


*Çekmece dergisinde yayınlanan bu yazı 2005 yılından

Tad

Bir çocuğun,

"Seni çok seviyorum" demesinin tadı başka.

Ama kağıdı kalemlerini önüne alıp,
Bir kalp çizip kıpkırmızı boyadığında,
Bir ağaç yapıp içini yemyeşil taşırmadan boyadıktan sonra
Yanına bir de çiçek yaptığında,
Üzerine bir kelebek çizip
Hele de kelebeğin kanatlarındaki noktaları
Başka başka renklere boyadığında,
Tepede güneş gözlüğü ile gülen bir güneş
Canlı canlı,
Sonra heyecanla koşup "bunu senin için yaptım" dediğinde...

Bambaşka.

Tümce



 Gerçek, olanca canlılığı ile bir gece vakti tüm gücüyle saçlarını kafa derini kopartırcasına avuçlayıp çektiğinde veya bir sabah sinirlerine hakim olamadığından dolayı çığrından çıkıp gırtlağından iç organları sökülürcesine çıkan bir haykırış ve küfürlerle yüreğini koparttığında bile mertçe kalkıp çıkıp gidemiyorsan kapıdan, seni ömür boyu vazgeçemediğin o büyük aşkının altında ezilmeye mahkum edecek.


 
* Resim: "Woman in Pain" by Charles White, 1947

Tümce



Adamın kadına sinirlendiği zaman kendine hakim olmaması nedeniyle kendisini çıldırttığını olanca gücüyle haykırıp çarptığı kapıyı tekmelemesinin ardından küçük oğlan çocuğunun gizlice söylediğine göre gözleri dolmuş, bir damla da yaş akmış.



* Resim: "The Madman" by Gericault, 1822